Saturday, September 30, 2023

Gölgeleme: And the Bad Seeds

 Göğsünün derinliklerinde bir yerlerde saklamak zorunda kaldığın tüm o güzel hisleri düşün. Küçükken takmak istediğin ama sana gülmesinler diye takamadığın o çantayı düşün. Söylemek istediğin şarkıları ama söylemek için herkesin evden gitmesini beklediğin şarkıları. Ağlamak istediğin yerlere git, ağlamana izin verilmediği yerlere. Bir pişmanlık izliyor çünkü tüm bu rezilliği. Tüm bu rezillik, hepsi senin ve ağlaman gerekirken ağlamadığın her yer yolunu kesecek günün birinde. Göğsünün derinliklerinde sakladığın o güzel hisleri, bazıları o kadar da güzel olmayabilir, çıkar oradan, günün birinde göğsünü kesmeye başlayacak çünkü. 


Aslında her şey o kadar da karmaşık değil. Hissettiğimiz kadarız sadece. Tamamı bu, tüm bu rezilliğin sebebi de hissettiğimiz kadar olmamız. Hepimiz hissettiğimiz kadarız. Bazılarımız bu yüzden çok azız, bazılarımız çok fazlayız ve bazılarımız köprünün ortasında yönsüz kalmışız. Birinin kollarına itilmeyi bekliyoruz bazılarımız, birinin kollarından kurtulmayı bekliyoruz ve o kolları hiç göremeyen yönsüz kalmışlarız bazılarımız. 


Hissettiğimiz kadarız sadece, hepimiz hissettiğimiz kadarız. Bana kalırsa, ben her şeyi hissedenlerden de hiçbir şeyi hissedemeyenlerden de olmak istemiyorum fakat köprüde yönsüz kalmış da değilim. Ben zaman zaman, gözlerine baktığımda yıldızları sayabileceğim birinin kollarındaki o tatlı uykunun peşindeyim. Daha çok merak ettiğimse, aynı kişinin benim gözlerimde yıldızları sayıp kollarımdaki tatlı uykusuna koşması senaryosu. Yani aslında, hissettiğimiz kadarız sadece ve ben benim kadar olanı özlüyorum. Ben, benim kadarın peşindeyim. Benim kadar olan da benim peşimdeyse, ben beraber yürüyebileceğimiz o yola inanıyorum. Mumları yakıyorum, sonsuza dek kollarıma dönmesi için yolunu ışık ediyorum. 





Sakince oturuyor ama titreyerek. Gözleri endişeyle süslü, dudaklarını büküyor arada sırada. Bacağını sallıyor, eliyle bacaklarına vuruyor. Farkında olmadan yakında saçlarını yolmaya başlayacak. Bacağını daha hızlı sallamaya başlayacak, gözlerinin rengi gidecek, iyice titreyecek soğuk sabahlarda. Göğsünün derinliklerinde bir yerlerde sakladığı o güzel hisler, bazen o kadar da güzel olmayabilir, göğsünü kesmeye başlamış. 


All beauty must die.


Sevgiler,


İlayda

Friday, August 11, 2023

Hayalet Sen Değilsin, Hayalet Benim - Eve Dönemiyorum

 İçimdeki durgun, sessiz, yorgun bir o kadar da gürültülü bu hissi nasıl anlatacağım? Anlatmama gerek var mı, tüm bu rezalete seyirci var mı? Seneler önce, ruhum değil de bedenim küçükken, çünkü şimdi bedenim büyüdü ruhum küçük, şimdi artık hiç benim olmayan benim odamda, dört duvarın sarıp sarmaladığı bir genç kızken ben, duvarlarım yetiyordu bana. Şimdi o duvarları da benden aldılar. Beni de benden aldılar gibi. Kiracının kapısını çalıp orası benim odam, şimdi artık hiç benim olmayan oda, diye çığlıklar atmak isterken ben, dört duvarın sarıp sarmaladığı ve bir saniye bile yalnız hissettirmediği ben, koca bir evde yapayalnız hissettiğimi nasıl itiraf edeceğim o genç kıza? O pencere benim pencerem, önündeki üzüm bağı benim gölgem, duvarlardaki izler benim çocukluğumun pençeleri. O odanın ruhunu ben tırnaklarımla kazıdım. O odanın tavanı benim aynam, o tavandaki desenler benim gözlerimin izleri. Sizin de küçük bir kızınız var mı? O tavana bakınca kardan adamlar, ay dedeler görüyorum sanmasın. Hepsi benim gözlerimin izleri, hepsi benim muazzam yalnızlığımın yoldaşlığı. O tavana bakmasını istemiyorum. Şimdi artık hiç benim olmayan benim odamda oturmasın kimse, uyumasın. Penceremden bakmayın, gördüklerimi de göremezsiniz. Tavanımı izlemeyin, çizdiklerimi de çizemezsiniz. Duvarlarıma sakın hiçbir şey asmayın, tırnaklarımı da oradan sökemezsiniz. Ben bütün aşklarımı o odaya sığdırdım, o duvarların arasına. Şimdi siz benim bütün aşklarımın arasına mı dalacaksınız? Duydum, duvarları boyamışsınız. Söyler misiniz, bunu bana nasıl yaptınız? O evin her köşesine dökülen kıvırcık saçlarımı da mı attınız? Kırmızı çantam hala kayıp, çocukken bayram harçlıklarımı koymuştum o kırmızı çantaya. O kırmızı çantayı da siz mi aldınız? Bana ait olan her şeyi ruhumdan nasıl böyle söküp alırsınız? İlk kez okula gittiğimde akşam endişeli gözlerle döndüğüm evime ne yaptınız? Teneffüslerde bana meyve suyu içirip poğaça yediren annemin bana patates kızarttığı mutfağımızı da mı aldınız? O bahçe, o bahçe benim koşuşturmalarımla çimenlendi. O ağaçlardan ben erikler topladım. Çimleri de biçecekmişsiniz, öyle mi? Siz kimsiniz? Benim çocukluğuma nasıl böyle bağırabilirsiniz? Ona nasıl sesinizi böyle hadsizce yükseltebilirsiniz? Kapınızı çalacağım, anlatacağım size bir bir. Ben o oturma odasında kışın sobanın yanında babamın eve gelmesini bekledim. Elinde pişmaniye gördüm, boynuna atladım. O oturma odası benim babamın ben geceleri uyuyabileyim diye nöbet tuttuğu sigara köşesidir. Siz kimsiniz ve şimdi orada mı oturacaksınız? Küçükken ben, o banyonun musluğuyla, aynasıyla, kovasıyla konuşurdum. Hepsini arkadaş yapmıştım kendime. Siz nasıl hadsizce benim çocukluğuma böyle bağırabilirsiniz? Sesinizi yükseltmeyin. Çocukluğumu size yedirmeyeceğim. O şimdi hiç benim olmayan ev, çocukluğumun olacak hep. Senelerce ağladım o odada. Senelerce geceleri ışıklarını söndürüp mumlar yaktım, eskilerin günlüklerini okudum, şarkılar söyledim, kendi kendimin arkadaşı oldum o dört duvar beni sarmaladı. Şimdi duydum ki geceleri ışıkları da yakıyormuşsunuz. Işıkları söndürün, benim çocukluğumu korkutmayın. Hani insan hep sonunda eve dönerdi? Benim şairlerim bana yalan mı söylemiş? İnsan sonunda hep eve döner. Ben senelerce kaçmak istediğim o eve bir gün dönecektim. Siz benim eve dönüşümü elimden aldınız.


Eve dönemiyorum Homer, şimdi ne yapacağım?


Bana evimi geri verin. Size şarkılar yazayım. Bana evimi geri verin. Size duvarlar kazıyayım. Bana evimi geri verin, eve dönemiyorum. Şimdi her yerde çok yalnızım ve çocukluğumu özlüyorum. Her şeyi bildiğim 17 yaşımı özlüyorum. Şimdi hiçbir şeyi bilmiyorum. Özgür kaldıkça unutuyorsun bir gün özgür kalma hayaliyle öğrendiklerini. Unuttum. Şimdi içimde bu durgun, sakin ve yorgun his. Kimseye anlatmaya gerek yok. Beni hiç anlamayın, dalgınlığınıza geleyim. Eve dönemiyorum. Teşekkür ederim.


Hoşça kal çocukluğum, hayalet sen değilsin, hayalet benim.

Monday, July 31, 2023

Yürüyüşün Tadını Özlüyorum - Gölgeler Birbirine Girdi - Tam Dört Taneydiler

 Yürürken eve varmak istemiyorum ama eve varmak için yürümeye başladım. Yine de eve varınca sadece yürüyüşün tadını özlüyorum. Rüzgarlı bir yere, rüzgarın olmadığı bir yere varmak için gidiyor, rüzgarlı yolu, rüzgarın dindiği yere varmak için yürüyorum. Rüzgarın dindiği yerde, diniyorum. İşte seninle böyleyim. Sende dinmek için sana bir türlü varamadığım bir yolda, sana varmak için debeleniyorum. Sana varıp biraz olsun dindiğimde kollarında fark ediyorum aslında orada olmadığını.

Bul beni, dinelim.

Hiçbir şeyi bitiremiyorum. Günü bitirip uyumayı bile beceremiyorum. Bunu içimde bitirip gidemiyorum. Artık rüzgarlı yolda yürüyemiyorum. Çünkü gökyüzünü gördüm.

Gökyüzünü mü gördün?

Küçük evde büyük ev açmak gariptir. Küçük evde büyük ev açabilir mi sahiden insan? Sorgulamak haksız değil, şüpheye düşmek de. Halbuki o küçük eve kendisiyle beraber tam yüz yirmi altı yıl yüküyle dört sıkışık ruhu sığdırmıştık. Salon büyümüş büyümüş pencereyi yarıp balkona taşmıştı. Balkonda bir gariplik var. Gökyüzü o balkona çok yakın. Sadece altıncı katta olmasına rağmen. Kimilerinin gökdelenleriyle delemediği o gökyüzünü altıncı kattaki o daracık balkon deliyor. O balkondaki herkes kendini bulup içine saklanmak istiyor. Her biri de dört bir yanından aynalarla çevrelenmiş, bu aynalardan ürküp ürkmeyeceklerini tartmaya çalışıyorlar. Balkon göğü deliyor ama. Gökdelenlerin delemediği göğü deliyor. Adım attıkları an kafaları gökyüzüne çıkıyor. Şaşırıyorlar tabii. Gökyüzü nasıl bir balkona bu kadar yakın olabilir? Belki de gökyüzüne yakın olan balkon değil, kafandır. Diğer balkonlarda neden bu kadar yaklaşmıyorum göğe o zaman? Yeterince istersen yaklaşabilirsin, her balkondan, her pencereden ve önüne çıkan her insandan yaklaşabilirsin göğe. Bunlar hep kırmızı defterli kızla sarı defterli kızın işleri diye düşünüyor gömlekli ve bir zamanlar şapkalı adam. Bir zamanlar şapkalı çünkü şapkasını sarı defterli kıza kaptırmış. Kaptırmış mı? Şapkayı mı? O balkonda bir gariplik olduğundan hep. Yoksa şapkadaki tavşan da masanın karşısında oturuyor. Gökteki balkonda tam yüz yirmi altı yıl yüküyle dört köşe büyücünün kim olduğunu merak ediyor. Acaba üstümüzdeki yıldızlar bize gülüyor mu? Acaba -artık-şapkalı-kız-ın göğe bakınca yıldızların arasında Venüs'e doğru uzandığını gördüğü o çizgiler yıldızların bize gülme şekli mi? 

Başka balkonlar gökyüzüne bu kadar yakın mı bilmiyoruz. Gömlekli adam şapkasını mı kaptırdı bilmiyoruz. Yüklerinin tam yüz yirmi altı yıl olup olmadığını bilmiyoruz. Balkon mu gökyüzüne yakın kafaları mı bilmiyoruz. Yıldızlar bize gülüyor mu bilmiyoruz. Büyücü kim bilmiyoruz.

Bir gün bilirsek de bizim kadar deli olmayan kimseye söylemeyeceğiz.


Mumlarınızı yakmayı unutmayın,

Sonunda siz de gökyüzünün kollarına geleceksiniz.


Yazar yazdıklarına inanmayı bıraktığı an büyü bozulur. Oyuncu ruhlar da bir bir kendilerini fazla ciddiye almaya başlayıp bu amaca hizmet etmeyi bırakırlar. 


Bahsi geçen delilerden birinin notu: No drugs were abused in the process of writing this.

Gölgeleme II: "Parlaklık ve Çürümüşlük"

 Senin salkım salkım nemli gecemavisi yıldız yemişleriyle asılı duran gökağacın nerede?

Onu bir insana mı verdin? Onu verdiğin insana sana dair diğer her şeyi mi verdin? Ona karşı duyduğun sevgi ve haz içinde ışıklar ve gölgeler gibi birbirine yapışık halde hareket eder.

Ondan da karşılığında en iyi ihtimalle sevgi, en kötü ihtimalle de biraz anlayış mı bekledin?

En iyi ihtimalle, gece göğünde en parlak yıldızlar, en çok göründükleri yerde bile, senin için parlamaz.

Sevmeyi bilmezsen.

En kötü ihtimalle, sevgin kadehinden dolup taşar da senin için parlayan onca yıldızı sarhoşluğundan göremezsin.

Bırakmayı bilmezsen.

Çünkü aşk sadece kendini sunar ve hiçbir şey almaz kendinden başka.


"But I believe in love

And I know that you do too

And I believe in some kind of path

That we can walk down, me and you

So keep your candles burning

And make her journey bright and pure

That she'll keep returning

Always and evermore."

(Into My Arms, Nick Cave & The Bad Seeds: Written by Nick Cave & Released in 1997)


Gölgelenenler:

Fitzgerald

Ulysses - James Joyce

Cibran

Ve yolumdan geçen her sanatçı.

Monday, June 19, 2023

Gölgeleme: "Baştan çıkarılmaktan kurtulmanın tek yolu ona boyun eğmektir." (Dorian Gray'in Portresi, Oscar Wilde, 1891)

 Çünkü ölümden daha güçlü olan şey akıl değil sevgidir Büyülü Dağ'da.

Akşam güneşi, bir Haziran akşamı sana ansızın gökyüzünden akan acı dolu bir torba kan gibi görünsün istemiyorsan;

Sevmeyi bileceksin.

Evet, belki de T.S. Eliot'ın dediği gibi Nisan bariz bir şekilde acımasız bir aydır ölü topraktan leylaklar doğuran.

Peki Haziran? Haziran'ın sevimli bir acımasızlığı vardır, akşam güneşinden kan doğuran.

Sevmeyi bilmezsen.

Günlerce akşam güneşlerini kovalayacaksın. Bir toz yığınından farkın olsun diye* rüzgarı kovalayacaksın. Bazı şeyleri, bazı şeylerden daha çok hissetmek için yeşillikler kovalayacaksın. Kalbini bir süre susturmak için gözüne güzel geleni kovalayacaksın. Ekmeğin için parayı, gözlerin için bedenleri, kalbin için ruhları, hep bir şeyleri. Kovaladıkça kovalayacaksın. Hep kendinle karşılaşacaksın. Ama hep, kendinle karşılaşacaksın. 

Çünkü aşk sadece kendini sunar ve hiçbir şey almaz kendinden başka.




*Sevgili dostumun güzel şiirine bir gönderme! 

Friday, March 3, 2023

Delicately,

 I have to give up. Not in a coward way. But in a strong, mindful fucking way. Because there is no way this is love. You do not love me. And I cannot tolerate simply being cared about now and then. If you can call it care. I am not built up for this. I am built up for strong love, passion, a fight that is fought for a touch. I am built up for a passionate love. I deserve to be loved carefully and powerfully. I deserve to be loved bravely. Do you know why I say I deserve it? Because I am built to give that kind of love. I am meant to give a brave, strong, and passionate love away to the person that is ready to share it with me. I cannot burden my heart with this much pressure to keep it all inside me just because you do not tend to contain it. My love cannot be carelessly whispered into an ear. My love is meant to be screamed. My love is meant to be fought for. The kind of love I tend to give away is for the bold, not for the cowardly. When I love, I am ready for war, and a coward cannot fight next to me. I want that kind of love where I smoke and you look at my lips, as your desire to kiss them burst from your eyes. I deserve a kind of love that can put tears into your eyes just out of an exciting happiness and driven passion. I am a brave lover. A strong one. I tend to put everything I have on the table once I love. And you are the kind of person who just rarely shows up to that table, sweep it off, and leave without a kiss. I cannot take that. I deserve an anxious stare in the middle of the night. Anxious because you cannot keep your passion under pressure when you are next to me. I want that love where you offer coffee at midnight. I want that love where I can feel that sudden urge of crying out of how excited I am to love and to be loved. I deserve that kind of love where I am seen, heard, and held. Because I am the person who sees, hears, and holds when it comes to love. I want that love where you have a strange look on your face because you just know how in love you are. I do not want clarity, to be honest. I want that chaos where love, passion, and excitement is always in the air. But if all you can give to me is a palm full of rare glances, rare attendances, rare kisses, rare touches, and rare passion, I do not want it. I have to pass it. Because I cannot contain something that shallow in my heart, which is as deep as an ocean. I deserve crying from knowing how much I love you. With you, I cannot do even that. With you, I always have to pretend that I do not care even when I feel the love. You never give it back. I remember the day you told me you loved me. Even then, your eyes did not shine more than a second. I should have known. But I guess I wanted to believe that. That is why I made myself fall for that. No, you are not the one. You cannot be. Because that is not what I deserve. I cannot even believe that my fingers are letting my write these words because my mouth never lets me utter these words. But here I am. Brutally honest. You are not the one because this cannot be the love I am built for. No, the love I am built for cannot be forcing me to wait so that the pieces can fall into place for you. I am done waiting for you to make sense of your feelings. I am done trying to make myself believe that one day you will realize it and come with open arms. You will not. Because you are not the one. Because this cannot be the love I deserve. I know love. I once met it. Now, it is not with me. But I know love. I know love enough to know that this just is not it.

Delicately,

Wednesday, July 20, 2022

 Hello, That is Love.

 

Imagine flower ants

Thousands of them running on your body

Making you feel itchy

That is love.

For a while, that itchiness makes you only crave more. You dive in to get more and more of it but you never realize the scratches on your skin. Because the more you scratch, the less they give you a piece of itch relief.

Imagine the smoke

Filling your lungs

And demanding to be inhaled

Even when there is no room left

That is love.

When you first find the pipe of love, all fresh and unknown, you will smoke like a chimney. Your lungs will be filled with it to a point where you run out of breath. But you never know where to stop. You keep trying to fill the room with smoke even though there is no room left. No room left for “you”. That is when you need to stop. Exhale. 

 YOU BETTER BELIEVE IN GHOST STORIES

The shattered pieces of my soul were crumbling upon my feet, yes, I planted my own wisteria with the company of my roaring agony and there happened a ricochet burst every time I tried to move my feet. There, my burning love could not tear apart that wisteria, it must have become a ghost cursing your name and tying me up even more firmly to the ground that held my shattered hoax, which was proudly named love back then. Somehow, reality crept in there. Oh, how treacherous and sly it was. How fortunate, the truth was even more treacherous than what you did. The truth was the only one sharp enough to cut that wisteria off. And there I landed on my feet once again. The bravest thing I have ever done was burn that wisteria with my salty tears so that it can never find me again. Me and the ghost of my love, we can collect and put all the shattered pieces back together, even if we create a billion-piece puzzle of my heart. It will be stronger than ever once we leave your hoax out of it. They say what you seek is seeking you, I am not seeking water for the branches of your hoax that crumble upon my heart, darling, I am looking for a knife.

Your sweet and treacherous hoax will haunt only you now, you are the one who killed it. I, on the other hand, befriended its ghost. 

 JUST EMBRACE,

As he was trying to give me some scientific information about the sky and its blessings, the literature-obsessed ghost in me came into play. Interrupting him, I said: “So, can we say that the Sun is hiding from the Moon at night, poetically speaking?” He started laughing. He told me that I totally screwed up, scientifically speaking. Still, I support my case with a full heart. The Sun is hiding from the Moon at night. But the Moon is already so cold, why does not the Moon know that the Sun cannot burn it no matter how afire the Sun’s heart is. The Sun is hiding from the Moon because the Sun knows that the Moon is afraid of her warmth. It is in vain, though. Firstly because the Sun cannot burn the Moon. Secondly, because neither the Moon’s fear nor the Sun’s escape can prevent the magic between them.

Just embrace.

You do not need to fear anything.

You do not need to hide

Because the magic will happen anyway.

Just embrace.

 LOOK UP,

I used to take every step with an unnecessarily cautious attitude. I would believe that if I ever missed a line, life would take my stumble as a threat and push my soul from a cliff. Now, I only look up. Now, I can finally see the stars. I finally remembered to look up and see the stars. If I cannot, I simply imagine them and they become my reality. I am no longer chasing lines. I am no longer chasing scratches. The stars, well, I am not chasing them, either. They are just there every time I want to see them. I am no longer creating the cliffs that I end up running from. Everything that used to burn up and set fire to my chest became the ashes that fade with the wind every time I remember to look up. Every wisteria that tangled around my feet became daisies and they only make me feel free.

“Remember to look up at the stars and not down at your feet. Try to make sense of what you see and wonder about what makes the universe exist. Be curious.”

-Stephen HAWKING

 BLACKOUT

Far from the idea of anything, am I really interested in all of this? Why do I keep losing myself in the process of loving someone else? Each time, I find my soul screaming at me. She wants me to hold my own hand once in a while and tell myself that I am the one that is worthy of fighting. I cannot shut doors. I can never shut the doors that are meant to be shut. Instead, I wait for someone else to shut the door and leave me on the other side of it so that I can breathe without the burden of shutting the door myself. I keep losing my own light in the process of shedding light on people who do not deserve any piece of it. I feel like anyone else would have given up already. But I keep trying. Maybe it is time I stopped trying and just accepted my melodrama.

You cause a blackout

In your soul because

You insist on shedding

A light on people who

Do not value the deed.

It is important that you know you do not have to stay where it feels forced. You cannot expect others to shed a light on you. First, perhaps they do not even have enough light for themselves. Second, their external light cannot illuminate your soul. Third and last, you do not need anyone else’s light. Your own darkness is always brighter than someone else’s forced match.

Gölgeleme: And the Bad Seeds

  Göğsünün derinliklerinde bir yerlerde saklamak zorunda kaldığın tüm o güzel hisleri düşün. Küçükken takmak istediğin ama sana gülmesinler ...